Bu yıl, 1 Aralık Dünya AIDS Günü’ne COVID-19 pandemisinin gölgesinde girmekteyiz. SARS-CoV-2 hayatımıza gireli daha bir yıl bile olmamışken yine bir zoonotik olan HIV, 40 yılı aşkın süredir halk sağlığı gündemimizdeki yerini korumaktadır. HIV virüsü bugüne kadar 75,7 milyon insanı enfekte etti ve 32,7 milyon insan AIDS’e bağlı hastalıklar yüzünden hayatını kaybetti. BM’nin verilerine göre 2019 yılında 690 bin AIDS hastası hayatını kaybetti, yaklaşık 1 milyon 700 bin kişi de enfekte oldu. Doğu ve Güney Afrika’da 2010 yılından bu yana yeni vaka sayılarının %38 oranında gerilemiştir. Buna karşın Doğu Avrupa, Orta Asya, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Latin Amerika’da vaka sayıları %20 ile %72 arasında artmıştır.
Dünya genelinde ömür boyu tedavi görmesi gereken HIV pozitiflerden 12 milyon 600 bin kişi, tedavi olanaklarına ve anti-retroviral ilaçlara ulaşamamaktadır. HIV/AIDS’ten en çok etkilenen ülkeler, dünyanın en yoksul ülkeleri arasındadır. Etkilenen toplum katmanları, hem az gelişmiş hem de gelişmiş ülkelerde en savunmasız olanlardır. AIDS ile birlikte Afrika’da yoksulluk derinleşmiştir ve ayrımcılık artmıştır. Yoksulluğu ortadan kaldırmak, bu hastalığı ortadan kaldırmanın ilk ve en temel adımıdır. Gelir eşitsizliği ve sosyoekonomik yoksunluk, HIV teşhisi ve bulaşma sonuçlarının iki temel itici gücüdür. Mahallelerdeki daha fazla sosyoekonomik yoksunluk; daha yüksek oranlarda yeni HIV tanısı ve bireyler arasında geç fark edilen HIV tanısı ile ilişkilendirilmiştir.
HIV salgınında hükümetler, sosyal devlet ilkesini tam yerine getirmedikleri/eksik yaptıkları için bazı sorunları çözememiştir. Bu nedenle; HIV ile yaşayanların öncelikli sorunlarına çözüm üretmek için çalışan sivil toplum kuruluşları (STK) devreye girmiştir. Kamusal sağlık anlayışı zayıf olan sağlık sistemlerinin içinde oluşan boşluklar, STK’ların organize çabalarıyla doldurulabilmektedir. Bu koşullar altında; sivil toplum kuruluşlarına para akışının sağlanamaması, HIV salgınının boyutunun artışına neden olabilecektir.
HIV; sadece bir pandemi değil, bir sindemidir. COVID-19 salgını için de aynı tanımlama geçerlidir. Sindemi; yoksulluğu ve eşitsizliği içeren, birden fazla salgının bir araya gelmesi sonucu ortaya çıkan, sinerjik etkinin toplumlar üzerinde oluşturduğu artmış hastalık yükü anlamına gelmektedir. Bu tanıma göre HIV/AIDS ve COVID-19 birlikteliği, sindemiye uygun düşen bir örnektir. Böylesi dönemlerde; tek bir hastalığa odaklanmak ve tüm kaynakları o hastalığın kontrolü için kullanmak, diğer hastalıkların ihmal edilmesine yol açmaktadır. Bu ihmalin bedeli de ağır olmaktadır.
Her geçen yıl daha fazla insan, etkili tedaviye erişebiliyor ve ölümler yıllar içinde azalıyor olsa da HIV salgınının yıkıcı etkisi hâlâ devam etmektedir. Görece iyi olan bu seyrin devam edebilmesi için kritik nokta; şüphe eden herkesin test yaptırabilmesi, testi pozitif olanların virüsü baskılayacak tedaviye erişebilmesi ve tedavinin kesintisiz bir şekilde yaşam boyu sürdürülmesidir. COVID-19 dünya çapında yayılmaya devam ederken birçok yer, SARS-CoV-2 enfeksiyonundan korunma ve HIV tedavi sürecinin devamı için engellerle ve zorluklarla karşı karşıyadır. Sağlık sisteminin zayıf olduğu yerlerde durum daha da kötüdür. HIV tanılarının farkında olmayan ve anti-retroviral tedaviye erişimi olmayan bireyler, SARS‐CoV‐2 ile enfekte olduklarında, daha fazla morbidite ve mortalite riski ile karşı karşıya kalmaktadırlar.
Hükümetlerin, toplum temelli kuruluşların ve uluslararası ortakların; COVID-19 salgını sırasında HIV tedavisinin sürekliliğini devam ettirmek için birlikte çalışmaları, rutin HIV hizmetlerine zamanında erişimi sağlamaları ve tedavi sürecindeki kesintileri önlemek için özel çaba göstermeleri gerekmektedir. UNAIDS, Birleşmiş Milletler’in HIV/AIDS konusunda uzmanlaşmış organı, bu yılki 1 Aralık temasını “küresel dayanışma ve sorumluluk paylaşımı” olarak belirledi; UNAIDS, HIV’in hiçbir yere gitmediğine ve hala küresel bir halk sağlığı sorunu olarak ilk sıralarda yer aldığına dikkat çekmektedir.
HIV tedavisine erişimin kısıtlanması ve HIV enfeksiyonuna önem verilmemesinden dolayı HIV olgularında ve HIV kaynaklı ölümlerde artış meydana gelecektir. Örneğin; hastaların %50’sinin 6 ay boyunca HIV tedavisinin önlenmesi, bir yıl içinde 296.000’den fazla HIV kaynaklı ölüme neden olabilecektir. HIV’in anneden çocuğa bulaşmasını önlemeye yönelik tedbirlerde 6 aylık kesintilerin, insidansı yüksek ülkelerde, çocuklar arasında yeni enfeksiyonları %40-80 oranında artırabileceği bilinmektedir.
Neticede pandemi, herkese demokratik davranmayıp, herkesi eşit şekilde etkilememiştir. Tam tersine toplumda var olan eşitsizlikleri görünür kılmış ve derinleştirmiştir. Mevcut koşullar, belli kırılgan gruplar için her geçen gün daha yakıcı sorunlara neden olmaktadır. COVID-19 bağlamında bu kırılgan gruplardan biri de HIV ile yaşayanlardır. HIV ile yaşayan çalışan kesim, pandeminin ilk aylarında evden çalışabilmek için kronik hastalıklarını belgelemek zorunda kalmıştır. Belgeleyenler, işlerinden olma korkusu yaşarken; belgelemeyenler ise işleri ile -bağışıklık sisteminin baskılanmasından dolayı- COVID-19 enfeksiyon riski arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılmıştır. Çalışanlar arasında ilk gözden çıkarılabilecek böylesi bir grubun, bu tarz bir seçime mahkum edilmesi açık bir sağlık hakkı ihlalidir.
HIV de diyabet, KOAH ya da koroner kalp hastalığı gibi kronik bir hastalıktır. Kronik hastalıkların COVID-19 seyrini ağırlaştıran faktörlerden olduğu bilinmektedir. Ayrıca ileri yaştaki HIV hastaları, HIV’e ilave kronik hastalıklara da sahip olabilmektedir. HIV ile yaşayanlardan anti-retroviral tedavi alabilenlerin, anti-retroviral tedavi alamayanlara göre COVID-19 enfeksiyonuna daha az yakalandıkları bilinmektedir. Anti-retroviral tedavi alamayanlardan COVID-19’a yakalananlar arasında, hastalığın ağır seyrettiğine ve ölümlerin daha sık görüldüğüne dair kanıtlar bulunmaktadır.
Ülkemizde, 2019 sonu rakamlarına göre 26 bin 164 HIV tanısı alan hasta vardır. 2020’de ise eklenen yeni hasta sayısının 4 bin civarında olması bekleniyor. Dünya genelinde düşme trendi gözlenmesine rağmen Türkiye, yeni vakaların “en hızlı arttığı” ülkelerden biri olmuştur. Türkiye’de son on yılda HIV vakalarında %465 artış kaydedilmiştir. Üstelik yeni tanı alanların %49’u, 25-49 yaş aralığındaki genç insanlardır. Bu veriler, bize HIV enfeksiyonunun yakın gelecekte de önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam edeceğini gösteriyor.
Buradan hareketle Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi ve Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu olarak Sağlık Bakanlığı’na soruyoruz:
- Bu yıl kaç kişiye HIV enfeksiyonu tanısı konuldu?
- HIV enfeksiyonuna yönelik tanı alınmasında, HIV/AIDS hastalarının takip ve tedavilerinin sürdürülmesinde bir aksaklık yaşandı mı? Aksaklık yaşanmışsa, yaşanan aksaklıkların giderilmesi için neler yapıldı?
- COVID-19 salgınında HIV ile yaşayanları damgalanmaktan koruyacak ne gibi düzenlemeler planlandı?
- COVID-19 salgınında HIV ile yaşayanların psikolojik açıdan desteklenmesi, temel ihtiyaçlarının karşılanması konularında ne gibi düzenlemeler yapıldı?
HIV/AIDS hastalığı COVID-19 hastalığı gibi sindemik bir hastalıktır. Yoksulluğa ve eşitsizliklere çözüm bulunmasıyla HIV salgını sona erdirilebilir. COVID-19 hastalığının tedavisi de budur.
HIV/AIDS ve COVID-19 pandemileri bize, ancak herkesin güvende olduğu bir dünyada kendimizi güvende hissedebileceğimizi gösterdi. Her birimiz, görünmez ağlarla birbirimize bağlıyız. Bir gün pandeminin olmadığı bir dünyaya uyanmak istiyorsak daha adil, daha eşitlikçi ve daha içerici bir dünya kurmanın yollarını aramalıyız.
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu