Dr. Neslihan Önenli Mungan
KADIN OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI
Yaşadığımız coğrafyada kadın olmak nasıl bir yazgıdır ki insan olmaktan önce acıyı, tecavüzü, cinayeti, istismarı, yarım kalmışlığı, kara örtüleri, erken büyümeyi, çabuk yaşlanmayı, susmayı ve hiçliği çağrıştırmaktadır. Kocanıza hizmet ettiğiniz, çocuk doğurduğunuz, itiraz etmeden itaat ettiğiniz, soru sormadığınız ve hayal etmediğiniz sürece var olmanıza izin veren bu sistem erkekler ve erkek egemen iktidarlar tarafından tasarlanıp yine ödül gibi erkeklere sunulmuştur. Öyle bir sistemdir ki kadına yakıştırılan tek renk siyah- tır. Öyle bir sistemdir ki sessiz çığıklara bile izin vermez. Bazen bir tüfek, bazen bir bıçak, bazen tornavida, belki bir kemer, bir avuç kezzap olur. Sonra adına kader denilir. Her çırpınışında kadın ya boyun eğmiş hemcinsleri tarafından ya da eği- timli erkeklerce tekrar aynı kör kuyulara yollanır. Her kardelen güneşi görmek için toprağın üzeri- ne başını uzatmaya başladığında merakı, aydın- lığa ulaşma çabası sözde iyiliği için engellenir. Çünkü bilirse, öğrenirse ve keşfederse başka dünyalar olduğunu; artık söz dinlemez. Çünkü ışığı görmüştür. Çünkü filizlendiği toprağın ona yetmeyeceğini anlamıştır. O zaman korkmamaya başlar ve koşulsuz itaat etmez erkeğe. Artık baba, ağabey ve amca gibi dikenli tel parçaları yetme- mektedir. Şimdi bunlara eş, kayınpeder ve ka- yınbirader gibi halkaların eklenmesinin zamanı gelmiştir. Sonuçta kadının sahibi olduğunu san- dığı tek şey olan bedeni de bir erkek tarafından tapulanacaktır. Ölene veya öldürülünceye kadar.
Günümüzde kadınların içinde bulunduğu du- rum bu kadar karanlık mı diye soracaksınız. Ofislerimizde oturup, bilgisayarlarımız üzerin- den alışveriş yapıp, kafelerde sohbet ederken bunu anlamamız kolay olmayacaktır. Halen di- zilerdeki gibi zengin ve sorunsuz hayatların ol- duğunu sanan ve bu hayallerle yaşayan o kadar çok kadın var ki. Veya dini alet ederek korku im- paratorlukları yaratmaya çalışan kanalları izleyip sinen, sürekli şükredip hayal bile kurmayı günah sayanlar. Özellikle AKP iktidarının görevde ol- duğu son on iki yılda kadınların giderek değer- sizleştrildiği, iş yaşamı, toplumsal ve sosyal ya- şamdan koparıldığı yadsınamaz acı bir gerçektir. Bu süreçte 4+4+4 ile başlayıp, çok çocuk, uzun doğum izinleri ve esnek çalışma ile devam eden politikalarının kadının geleceğini ipotek ettiğini ve özgürlüklerini kıstladığını fark edemeyip al- kışlayan sözde aydınların da bu olumsuzluğun hayata geçmesindeki katkıları(!) unutulmama- lıdır. Kadınlara (özellikle eğitimli olanlar), eği- tim, sağlık, hukuk alanınlarında çalışan ve idari görevler üstlenerek diğer kadınlara ulaşma şan- sı olanlara çok iş düşüyor. Çocuk Metabolizma Polikliniğinde her gün onlarca kadının dramına şahit oluyorum. Kimliksiz çocuklar ve kadınlar, ikinci-üçüncü eş olmayı içine sindirebilmişler, okuma-yazma bilmeyenler, bırakın okuma yaz- mayı telefon numarasını ve adresini bile bil- meyenler, kocası veya komşusu olmadan hasta çocuğunu hastaneye getiremeyip günlerce bekle- yenler, dayak yiyenler, çocuğunun özürlü maaşı ile geçinmeye çalışanlar, kürtajı günah sayanlar, çocuk doğuramazsa bir hiç olduğunu düşününen- ler, kendi cinsel anatomisini bile bilmediği için çocuğunun belirsiz cinsiyette olduğunu ergenlik çağına gelmeden önce fark edemeyip zihinsel özürlü 5 yaşındaki oğlunun en önemli sorununun pipisinin küçük olmasını dert edecek kadar cin- sellik takıntısına saplanıp kalanlar…
Saydıkça eziliyorum kadın olmanın ağırlığının altında…
Saydıkça nefretim büyüyor bu düzeni getiren kadın polltikacılara, yandaşlarına ve sözde aydınlara…
Saydıkça içim titriyor, keşke hiç büyümese kız- larımız diyorum…
Saydıkça yapmamız gereken ne çok iş var gö- rebiliyorum…
Ve söz veriyorum elimden geleni yapmaktan asla vaz geçmeyeceğime…
ORTADOĞUNUN YAZGISI
Son günlerde artık kanıksanmaya başlanan bu tablolara çok daha vahim ve acil çözüm gerekti- ren bir başka dram daha eklendi. Ortadoğu aynı anda bir çok noktasında en kanlı ve en acımasız zulümleri yaşıyor. Genç yaşlı demeden kurşun- ların altında can veriyor insanlar. Kadınlar kaçı- rılıyor, tecavüze uğruyor ve hem bedenleri hem de çocukları köle gibi satılıyor. Mezopotamya kara gözlü ve kara sürmeli kadınları ve yalın ayak çocukları için ağlıyor. Gözyaşları petrolle karışıyor. Belli ki acıyla daha da değerleniyor petrol. Dünya seyrediyor. Belli ki onlar için hiç bir önemi yok yitik Ortadoğuluların. Sadece pet- rolle ve kanla kararmış toprakların değeri var. Dünya seyrediyor. Akbabanın ölen aslandan bir parça almayı umduğu haris ve acımasız bakış- larla. Dünya seyrediyor uygarlıkların ve kadim halkların emperyalist güçler tarafından yok edil- mesini… Kimi yollarda ve dağlarda can veriyor, kan içindeki ayakları altındaki taşlar bile acıdan ağlıyor. Dünya seyrediyor… Kimi susuzluktan ve açlıktan, kimi hastalıktan can veriyor. Gözyaşları kurumuş. Ne arkalarında bıraktıkları ne de yolda yitirdikleri için ağlayamıyorlar. Dünya seyredi- yor. Ulaşabildiklerinde güvenli olduğu söylenen topraklara başka bir dramın kapıları aralanıyor. Başka bir girdap ve bilinmezlik onları içine çeki- yor. Karın tokluğuna sürdürülmeye çalışılan ha- yatlar, satılan gencecik bedenler, yarınsızlık, yal- nızlık ve niceleri. Davetsiz misafir gibiler zaten kendi vatandaşını bile yok sayan, kutuplaştıran ve sevmeyen bir ülkenin topraklarında. Taşıma su ile dönmüyor değirmenler. Çarkların arasına aydınlarımız, gazetecilerimiz, üniversite hocala- rımız, yoksullarımız ve emekçilerimizin ardın- dan göçmenler de giriveriyor. Koşulsuz şartsız dönsün diye çark hızla temizleniyor, fırlatıp atılı veriliyorlar dişlilerin arasından. Diğerlerinin ise sesleri çıkmıyor. Çünkü çarktan düşmemek için sarf ettikleri çaba isyana derman bırakmıyor.. Belli ki önüne geçilebilen sadece ölüm. Gerisini kimse planlamamış, yarınlar sisli. Dünya seyre- diyor.
Gidenlerin geleceği yok oluyor, kalanlar ise acıya mahkum. Hangisi daha zor? Senaryoyu ya- zanlar bunu biliyor mu? Ya peki parayla tutulmuş oyuncuları?
Kadınlar en çok ne zaman acı çekerler? Eşle- ri öldüğünde mi yoksa tecavüze uğradıklarında mı? Bedenlerin acısı dinse de, tinlerindeki yara kabuklanabilir mi?
Anneler en çok ne zaman acı çekerler? Ço- cuklarını yitirdiklerinde mi yoksa ellerini tutar- ken evlatlarının karanlık bir yolun başında baş edemedikleri gerçeklerle ve belirsiz bir gelecekle karşı karşıya kaldıklarında mı? Bu kadınlar, em- peryalist sistemler izin verir de bir gün yaşlana- bilirlerse yüreklerindeki nefreti nasıl yenerler? Ve nefretle büyüyen çocuklar öğrenebilirler mi insanlara güvenmeyi? Yoksa var olmanın şartı yok etmek diye mi bilirler hep ve bu nedenle de yok olmasını seyrederken dünyanın yüreklerinde hiç mi acı hissetmezler?
Peki hekimler en çok ne zaman acı çekerler? Hastaları öldüğünde mi yoksa onlar için hiç bir şey yapamadıkları zaman mı?
Şimdi bir şeyler yapmanın tam zamanı. Şimdi utanılası bir miras bırakmamak için çocuklarımı- za baş kaldırmanın, dur demenin ve mücadelenin tam zamanı. Tıpkı Hipokrat Yeminimizde olduğu gibi Din, Dil, Irk, Cinsiyet, Millet ve Etnik Kö- ken gözetmeden…